8 Ekim 2014 Çarşamba

Zorba


Malum geçen hafta yıllık izindeydim. İş-özel hayat dengemizin dış mihraklar tarafından sarsılması nedeniyle bu yılki izinlerimiz bölük pörçük oldu. Ben de fırsat bulabildiğimce dinlenmeye çalıştım. Uzun zamandır okumak isteyip de okuyamadıklarımı okudum. Doğaya ve kendime biraz zaman ayırdım. Zorba'yı ilk okuma girişimim değil aslında, daha önce de 63. sayfasına kadar okuyup bırakmıştım kitabı. "Hadi" dedim "yapabilirsin çikoo!" ve sıfırdan başladım okumaya.

Roman Türkiye'de ilk kez Ataç Yayınevi tarafından 1963 yılında Aleksi Zorba adıyla yayınlanmış ve Can Yayınları tarafından ilk baskısı 1982 yılında Zorba adıyla yapılmış. Ben kitabın Can Yayınları'ndaki 12. baskısını okudum. Aslında bu resim kitabın son baskısına ait resim. Zira Can Yayınları, kitap kapaklarına önem vermeye ve onları daha renkli hale getirmeye başladı bugünlerde. Malum Y kuşağı görselliğe çok önem veriyor, Can bile değiştiyse daha neler değişmez ki! "Hayattan rengi alın geri neyi kalır ki?"... Bu da ömrümde duyduğum en yanlış cümle sanırım; "Hayattan rengi alın, geriye ne kalır ki?" desek daha doğru olmaz mı? Evet, bana dert oldu! Sübliminal gibiyim resmen, bilinç akışıma kurban, teey teeey!

Yıllardır ablam bana "Zorba'yı oku, Zorba'yı oku" der durur ben de sallamazdım -aynı konu Trevanian'ın Şibumi'si için de geçerli-, Zorba'nın kısmeti de bu tatileymiş işte. Varoluşun yalnız kitaplardan öğrenilemeyeceğini; Tanrı'yı, vatanı ve kendini yaşadıklarından da bulabileceğini -aslında bulamayacağını- öğretiyor insana Zorba. Hatta bu nedenle Kazancakis, dini çevreler tarafından topa tutuluyor.

Romandaki ana karakterler okur-yazar bir "kağıt faresi" olan Yunan asıllı genç İngiliz anlatıcı ve altmış beş yaşındaki Makedonyalı Zorba. Bu mutsuz entelektüel anlatıcı, Yunanistan'ın Girit Adası'nda aşırı davranışları olan, kaba saba ama hayata şehvetle bağlı orta yaşlı Aleksi Zorba ile tanışır ve onu kendisine ait linyit madeninde çalışması için ustabaşı olarak işe alır. Zorba kendi ilginç hayat felsefesini genç anlatıcıya kabul ettirdikçe anlatıcının hayata bakış açısı da değişime uğrar.

Romanda sık sık Türkler'den ve Türklük'ten bahsediliyor. Santur hocası Recep Efendi, kasap havası, İstanbul, İzmir, Kayseri, Cafer Hanım, Ali Bey, Süleyman Paşa benim yakalayabildiklerim. "Yunanların İstanbul'u aldığını öğrensem, Türkler'in Atina'yı almasıyla aynı şeydir bu benim için." cümlesi ise Zorba'nın gururunu yenmesinin kanıtı olsa gerek. Zorba dinsizdir, korkusuzdur, bilgedir, çapkındır -en büyük zaafı kadınlardır ve onlara acır-.

Zorba'da Kazancakis adeta kendi varoluş yolculuğunu anlatır ve bugün Kazancakis'in mezar taşında yazılı olanlar, doğrudan Zorba'nın ağzından dökülmüş kader sözcükleri gibidir:

"Hiçbir şey ummuyorum; hiçbir şeyden korkmuyorum; özgürüm." 

Kitap, "30 Yaşından Önce Okunması Gerekenler" listesinde yer alıyor. Bana 31'imde kısmet oldu, n'apalım, geç olsun güç olmasın değil mi? Okuyoruz, okutuyoruz cancağzım.  

Zorba'yla ilgili daha fazla kitap incelemesi okumak isterseniz linklere tıklayıverelim efendim:





"Ölmeden Ege Denizi'ni gezen insana ne mutlu!"

0 yorum:

Yorum Gönder