420 aylık bir bebek Doğa. Evine yedi dakika uzaklıktaki plazanın eksi yedinci katındaki camdan odasında, camdan bir dünyada, yaşama savaşı veren, yolun yarısını devirmiş bir bebek. Babası annesine "Ben başkasını seviyorum." dediği günden beri, yeni taşındıkları akıllı evlerinde annesiyle birlikte yaşıyorlar ve babası da eski evlerinde Doğa'dan iki yaş büyük sevgilisiyle birlikte yaşıyor. Annesinin yaşamı tahta mutfak masasında, eski eşinin bir gün ona döneceği fantezileri kurmaktan ve Doğa'nın teyzesiyle bu fantezileri çeşitlendirmek üzerine yaptıkları buluşmalardan ibaret. Babası inşaat işiyle uğraştığı için tehditler almakta. Doğa, görkemli kutlamalarla taçlandırdığı ve her kutlamanın Facebook'ta bir fotoğrafını paylaştığı otuz beşinci doğum gününde, annesine yalan söyleyerek babasıyla görüşüyor ve babası ona her an her şeyin olabileceğinden bahsederek banka hesapları hakkında bilgi veriyor.
Ne oluyorsa da bu otuz beşinci doğum gününden sonra oluyor zaten, çorap söküğü gibi ardı arkası kesilmiyor olayların. Doğa'nın gün geçtikçe aynada kendini beğenmez hale gelmesi, işyerindeki en büyük rakibesi Alev'e karşı duyduğu hırs, patronu Cengiz Bey'in gözüne girme çabaları, çakma sevgilisi Onur'un yerinde hep eski sevgilisi Ulaş'ı hayal etmesi, spor salonundaki hocası Engin'le olan hayalleri, cilt doktoru ziyaretleri, babasının ölümü, küçük adamların ortaya çıkması hep bu otuz beşinci doğum gününden sonra oluyor.
Hakan Bıçakçı'nın 2014 yılında İletişim Yayınları tarafından yayınlanan romanı Doğa Tarihi'ni, bu hafta içi, kocamın yine fazla mesaiye hapsolduğu bir akşam yaptığım Korupark ziyareti esnasında satın almıştım D&R'dan. Dün okumaya başladım, bugün öğle saatlerinde de bitirdim. Hikayenin hayatlarımızla özdeşleşmesi sebebiyle deyim yerindeyse "su gibi akan, bir solukta okunan" bir roman. Daha önce Hakan Bıçakçı'nın Ben Tek Siz Hepiniz isimli kitabını okumuş ve aslında dilini beğenmemiştim. Ama her insan hayatta ikinci bir şansı hak eder değil mi? Zaten o kitabı da, Hakan Bıçakçı Akkılıç Kütüphanesi'ne söyleşiye geleceği için kendisi hakkında bir fikrim olsun diye çok kısa bir sürede okumuştum. Belki de ben anlayamamışımdır o zamanlar kendisini.
Akıllı evlerinde, akıllı telefonları ve akıllı bilgisayarları ile yaşamaya koşullandırılmış 21. yüzyıl insanını öyle güzel izlemiş ki Hakan Bıçakçı, kitapta geçen betimlemelerde bu gözlemlerin farkına varmamak imkansız. Erkek bir yazarın, kadın bir karakter yaratması yazarlık mesleğinin en zorlu işlerinden biridir herhalde. Ama Hakan Bıçakçı bu zorluğun öyle güzel üstesinden gelmiş ki kitap tanrı bakış açısıyla yazılmış olmasına rağmen kitabın son sayfasına kadar kitabı Hakan'ın değil, Doğa'nın yazdığını düşünüyorsunuz.
Kitap Eski Ayna, Yeni Ayna ve İki Ayna Arasında başlıklı üç bölümden oluşuyor. Eski Ayna, Doğa'nın henüz göğüslerine silikon yaptırmadığı bölüm. Yeni Ayna, Doğa'nın göğüslerinin silikonla şişirildiği ama ruh sağlığının kötüye gittiği bölüm. Üçüncü bölüm İki Ayna Arasında ise tamamen araf; hem Sepultura T-shirt'üyle gezdiği, eski punkçı günlerini özlediği, hem de tüketime odaklanmış yeni yaşantısından vazgeçemediği iki yaşamın arası.
Aslında kitap hakkında yazılabilecek çok fazla şey var ama bunların bir çoğu daha önce başkaları tarafından yazılmış. Ben kitabı okumadan önce bu yazıları okumuştum ve okuduktan sonra da yazanlarla aynı fikirlere sahip olduğumu söyleyebilirim. Eğer bu kitabı okuyacaksanız bu yazılara, röportajlara göz atmadan okumaya başlamayın derim.
Pembe Panjurlu Distopya
Plaza Kadını Üzerinden İnsanlık Eleştirisi
Kendine Ait Bir Cam Oda
Hakan Bıçakçı'dan Bir Hayalet Hikayesi
Doğa Tarihi