28 Aralık 2014 Pazar

Hedef Büyük Okumak Gerek!


2014 biterken 2015 için kendime #herhaftayabirkitap hedefi koymaya karar verdim. Birilerinin bize hedef koymasına alışmışız, güdümsüz disipline olamıyoruz malum. En güzeli hedef koymak dedim ve listemi yaptım. Yıllardır okumayı istediğim, kitaplığımda bekleyen kült eserleri ekledim listeye.

Malum yıl 52 hafta, listemizde de 52 kitap var.
Dilerseniz siz de bu listeyi takip edebilirsiniz. Birlikte okur birlikte yorumlarız.

  1. Jean Paul Sartre - Bulantı
  2. Küçük İskender - Cin Kontrol Noktası
  3. Irvin D. Yalom - Nietzsche Ağladığında
  4. Engin Geçtan - İnsan Olmak
  5. Aldous Huxley - Cesur Yeni Dünya
  6. Aslı Tohumcu - Ölü Reşat
  7. George Orwell - 1984
  8. Hakan Günday - Kinyas ve Kayra
  9. Milan Kundera - Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği
  10. Barış Bıçakçı - Bizim Büyük Çaresizliğimiz
  11. J. D. Salinger - Çavdar Tarlasında Çocuklar
  12. Hakan Akdoğan - Nü Peride
  13. Hermann Hesse - Siddharta
  14. Orhan Pamuk - Kafamda Bir Tuhaflık
  15. Trevanian - Şibumi
  16. Ayfer Tunç - Aziz Bey Hadisesi
  17. Ursula K. Le Guin - Mülksüzler
  18. Alper Canıgüz - Gizli Ajans
  19. Vladimir Nabokov - Lolita
  20. Sabahattin Ali - Kuyucaklı Yusuf
  21. Friedrich Nietzsche - Böyle Buyurdu Zerdüşt
  22. Hasan Ali Toptaş - Bin Hüzünlü Haz
  23. William Faulkner - Ses ve Öfke
  24. Ahmet Hamdi Tanpınar - Saatleri Ayarlama Enstitüsü
  25. Necib Mahfuz - Miramar
  26. Yusuf Atılgan - Aylak Adam
  27. Haruki Murakami - İmkansızın Şarkısı
  28. Oğuz Atay - Tutunamayanlar
  29. Etgar Keret & Samir El-Youssef - Gazze Blues
  30. Bilge Karasu - Gece
  31. Fyodor Dostoyevski - Suç ve Ceza
  32. Sait Faik Abasıyanık - Havada Bulut
  33. Jhumpa Lampri - Saçında Gün Işığı
  34. Leyla Erbil - Kalan
  35. Italo Calvino - Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu
  36. Sevgi Soysal - Tante Rosa
  37. Marcel Proust - Swann'ların Tarafı Kayıp Zamanın İzinde
  38. Peyami Safa - Yalnızız
  39. Cervantes - Don Quijote
  40. Elif Şafak - Şehrin Aynaları
  41. Franz Kafka - Dava
  42. Hüsnü Arkan - Hırsız ve Burjuva
  43. Dino Buzzati - Tatar Çölü
  44. Perihan Mağden - Yıldız Yaralanması
  45. Salman Rushdie - Floransa Büyücüsü
  46. Adalet Ağaoğlu - Bir Düğün Gecesi
  47. Harper Lee - Bülbülü Öldürmek
  48. Orhan Pamuk - Kara Kitap 
  49. Mihail Bulgakov - Usta ile Margarita
  50. Sabahattin Kudret Aksal - Gazoz Ağacı
  51. Italo Svevo - Zeno'nun Bilinci
  52. Kemal Varol - Haw

Hadi bakalım, hedefi tutturabilmek ümidiyle!

(U)Mutlu bir yıl olsun!

12 Aralık 2014 Cuma

Dünya Ağrısı


"İnsan bir uçurumdur."

Vay anasını sayın seyirciler... Uzun zamandır Ayfer Tunç okuyamamıştım. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine okumaya başladım Dünya Ağrısı'nı. Kitabı alalı bir süre olmuştu aslında -birinci baskıya yetişebildim- ama kütüphanede bekliyordu öylece. Tavsiye gelince çekip çıkardım bulunduğu yerden hemen. İyi ki de öyle yapmışım. 30 Kasım'da Aydın'dan Bursa'ya dönmeye çalışırken otobüste okumaya başladım kitabı, 9 Aralık'ta Belçika'nın Leuven şehrinde bitirdim. Bu kitap da Avrupa görmüş oldu sayemde.

Romanın esas kahramanı Mürşit... Babasının ölümüyle İstanbul'daki üniversite eğitimini yarıda bırakıp annesinin ve kız kardeşlerinin yanına memleketine dönmüş. Hiçbir zaman yapmak istemediği baba yadigari otelin başına geçmek zorunda kalmış. Şükran'la evlenmiş ama hiç aşık olmamış. Sevmiş. Aşık olmayanlar sevmek zorunda kalır zaten değil mi?   

Bir gün otele bir madenci geliyor, ilçede altın arama bahanesiyle kurulan madende çalışan mühendis Uzay. Mürşit ve Uzay bir süre sonra dost oluyorlar, her akşam rakı içmeye, dertleşip dünya ağrılarını dindirmeye çalışıyorlar. 

"Gerçeğin kuyusu bir cehennem. Ömrümüz gerçeğin kuyusuna inmemek için mücadele etmekle geçiyor. Sen bu yüzden kendini başkalarının kuyusuna atıyorsun, ben bu yüzden başımı alıp gidiyorum. Kendi kuyumuza inip kendimizi tanımak istemiyoruz. Biliyoruz ki çünkü ne kadar aciz, zavallı, korkak, tiksindirici olduğumuzu. Ama bilmek istemiyoruz."

Varoluşundan sıkılmış bir kahraman Mürşit. Kitap son dönemde okuduklarım arasından Hakan Akdoğan'ın Varlık ve Piçlik isimli kitabına çok benziyor. Varlık ve Piçlik'te de aynı dertten muzdarip Derman, ağrısını Kaplan Bar'da dindiriyor. Mürşit de Atlantik'e gidiyor sıklıkla.

"İnsan öyle filmlerdeki gibi dersini alıp değişmiyor, kafaya darbe yiyip aklı başına gelmiyor. İnsan hamurundaki mayayı değiştiremiyor, hamur bir parça sakinleşiyor sadece, o kadar, belki de yaşlandığı içindir."

Özgür. Mürşit'in oğlu. 19 yaşında. Kendi ağrısını oğlunda dindirmeye çalışıyor Mürşit. Kaderi kendisine benzemesin diye oğlunu üniversiteye göndermek için çok çabalıyor ama nafile. Özgür dedesi gibi dedesinden kalan oteli adam etmek için çalışıp didiniyor, babasının tüm gayretlerine inat!  

Daha fazla detay vermeyeyim kitaba dair. Merak edin, okuyun. Yazarlık hayatının yirmi beşinci yılında on numara beş yıldız roman yazmış Ayfer Tunç. Daha fazla bilgi için alttaki linkleri değerlendirelim:

Cumhuriyet Kitap: Ayfer Tunç'tan Dünya Ağrısı

TimeOut İstanbul: Ayfer Tunç Dünya Ağrısı

Egoist Okur: Ayfer Tunç'tan Dünya Ağrısı
 
"Hayat, kayaç katmanları gibi parçalarına ayrılan değersiz bir kütledir."

"Dünya bir gölgelik, soluklandık, gideceğiz, gerisi boş."

1 Aralık 2014 Pazartesi

Alocu Tilki'nin Serencamı


Her kitabın bir müziği varsa eğer Emrah Polat'ın 2014 yılında İletişim Yayınevi'nden yayınlanan Alocu Tilki'nin Serencamı isimli kitabının  müziği de Kadebostany'den Castle in the Snow olmalı bence. Şarkının sözlerini okuduktan ve ezgisini dinledikten sonra bana hak vereceksiniz. Bu kitap da bu şarkı da kahretti beni; hassas noktalarımdan vurdular. Bu sıralar çok uyaranım var zaten hassas noktalarımdan vurulmak için.

"The light is fading now
My force is being sucked by
A bloody leach
My fear is smilin'
And my threat is singin'
Every night a little bit more"

Kitabın yazarı Emrah Polat, manik depresif bozukluk sebebiyle 2000 yılında psikoza giriyor ve yüksekten atlıyor. Çok şükür ki yaşıyor. Bel kemiği kırıldığı için yürüyemiyor. Kitabın ana karakteri Tilki Sadık da yazar gibi tekerlekli sandalyeyle yürüyebiliyor. Hepimizin yazdıklarında yaşanmışlıklarımızın yer aldığı gerçeği bir kez daha karşımıza çıkıyor böylelikle. Çünkü aslında insan en iyi yaşadığını yazabilir. Senin başından geçmeyen bir durumu yazabilmen için derinlemesine araştırma yapman, o anı simüle etmen gerekir ve çoğu zaman bu tarz yazılarda mantık hatası yapma olasılığı çok yüksektir.

Ana karakter Tilki trafik kazasında annesi ve babasını kaybedince onu amcası Osman ve yengesi büyütüyor. Bir çok İletişim Yayınları romanında olduğu gibi bu kitabın mekanı da Ankara sokakları. Dolandırıcılık yani aloculuk yaparak geçimini sağlayan Osman Amca, bir gün yeğenindeki potansiyeli fark ediyor ve onu da kirli işlerine bulaştırmaya başlıyor. Ama Tilki böyle bir anda sakat kalmıyor. Bir kavga esnasında çekilen silahın serseri kurşunu seke seke onu buluyor ve o günden sonra onu yürüyemez hale getiriyor.

Hastanede yaşadıklarını, umudunun her geçen gün yavaş yavaş azaldığını ve insanın zamanla mevcut durumunu kabullenir gibi göründüğünü anlatıyor bize. Ama bir gün o uçurumun kıyısına geliveriyor işte insan; "Ben bu hale gelecek adam mıydım?" hayıflanmalarıyla... En yakın arkadaşı Cevahir alıyor onu uçurumun kenarından. Kendinden geriye bir adam kalıyor; mağdur, mahrum ve madun.

2-13 Kasım tarihleri arasında okudum kitabı. Aslında 129 sayfadan ibaret ve bir gecede bitirilecek kadar akıcı. Benim farklı meşgalelerim var bu sıralar. Bölüm değiştirdim, daha yoğun çalışıyorum. Akşam eve geç geliyor ve ilk bir saat her şeyden, herkesten uzak yaşamaya çalışıyorum. Dizi izliyorum, örgü örüyorum. Bende de var sanırım bir çoklu kişilik bozukluğu durumu. Ondan ötürü böyle oldu sevgili okur.

Alın bu kitabı; okuyup kahrolun.

Hızlandıkça Azalıyorum


Paylaşım yapmaya ara verdik diye hemen ihanet etsin zaten sevgili Blogger istatistikleri! Hello evribadi, ay em beck! Bu aralar okuyup okuyup biriktirdiğim ama bir türlü paylaşmaya fırsat bulamadığım kitaplar var. Madem kocayı evden bir süreliğine uzaklaştırdık, fırsat bu fırsat deyip başladım yazmaya. Okuduklarımı zamanında paylaşmazsam aklımda hiç bir şey kalmıyor ayrıca, bitirir bitirmez yazmak lazım yani.

Bir de bu aralar dergi mesaisi yapıyorum resmen. Altyazı, KAFA, OT Dergi, KafkaOkur, At Kafası, PsikeArt derken kitap okumaya fırsat kalmıyor çoğu gün. Ama yine de pes etmiyoruz sayın okur, hayatın her köşesine yetişiyoruz bir şekilde. Eksik kalırız yoksa mazallah!

Hakan Hoca'nın Varlık ve Piçlik söyleşisinde paylaştığı bir kitaptı benim için Hızlandıkça AzalıyorumJaguar Kitap yayınlamış; orijinal dili Norveçce. Çevirmenin klavyesine sağlık! Ne insanlar var yahu, adam Norveçce biliyor; saygı duyulası. Ben de kitabı D&R'da görünce aldım hemen. Ama okuma hızım kitabı alışımla doğru orantılı olmadı maalesef. 14 Kasım'da başlayıp 30 Kasım'da bitirdim.

Kitabın ana karakteri Mathea Martinsen. Yaşlı, yalnız ve toplumsal bağları zayıf bir kadın. Mathea insanlardan korkuyor, iletişim kurmaya çekiniyor, üzerinde saatlerce düşünmeden Epsilon adını taktığı kocasından başkasına bir cümle olsun laf etmiyor. Kapı komşusunun bile onu fark edemeyeceği kadar görünmez olduğunu hissediyor, çünkü kendisi görünmez olmak için ekstra bir çaba harcıyor adeta. Fark edilmemek için keskin bir parfüm bile kullanmıyor yıllar boyunca.

"Memento mori, öleceğini hatırla! Benim de hastalığım bu." diyerek panik atak olduğuna dair sinyaller veriyor okura. Descartes'ın "Düşünüyorum, öyleyse varım." fenomenini, dişlerini kaybettikçe "Gittikçe azalıyorum." şeklinde yorumluyor. Ben de komikliğe, şakalara başlıyorum böyle kalıpları okuyunca; "Koştukça zayıflıyorum." diye .

H. C. Andersen'in "Gezmek yaşamaktır." sözünü alıntılıyor ve benim aklıma da hemen bir çingene atasözü olan "Evde oturan erken ölür." geliyor bebişim. Mathea o kadar karamsar ki yeryüzünde yaşanan her mutlu anın kederle ödenmek zorunda olduğuna inanıyor.

Çilek reçeli seven Mathea, ağzı sımsıkı kavanozları açamadığından, reçeli satın aldığı marketin kasiyerinden yardım istemeye karar veriyor. Yanına gitmek konusunda dakikalarca düşündüğü kasiyer onun farkına bile varmıyor. Yüzüne bakmadan reçeli kasadan geçirip işlemini yapıyor. Ve Mathea'nın hayatının dönüm noktası da bu an oluyor. Kendisini giderek daha fazla ölüme maruz bırakması gerektiğine karar verip duyarsızlaştırma tedavisine başlıyor. Keskin kokulu parfümünü nabız noktalarına sıkıyor, yetmiyor havaya sıkıp içinden geçiyor. Tam da Rüzgar Mira Okan'ın bize anlattığı gibi! 

"İnsana kendisini en iyi hissettiren şey, başkalarını ezmek değil mi?"

Kitapla ilgili güzel yorumları okumak isterseniz buyrun lütfen:

Görünmemek Biraz da Kendi Tercihi

Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir

Öleceğini Hatırla!