27 Aralık 2015 Pazar

2016 Okuma Listem

Amanın da amanın kim gelmiş, Noel gelmiş geçmiş de yeni yıl mı gelmekteymiş.
2015'te hayırlı işlere vesile olan #herhaftayabirkitap etiketiyle instagram hesabımdan okuduklarımı 2016'da da paylaşmaya devam edeceğim. Sevdim ben bu işi.

2016 listem alttaki gibi olacak. 2015'te okuyamadıklarımdan bazıları da bu listede var. Bir haftaya yerli bir haftaya da yabancı yazar kitabı planladığım listemde, okumayı istediğim farklı Türk yazar bulmakta biraz zorlandım açıkçası. O nedenledir ki Hakan Günday'a torpil yapıp onu listeye iki kez yazdım.

Bakalım ne kadar sadık kalacağım bu listeye. Hedefi tutturabilmek için bu yıl nasıl dalavereler çevireceğimi kim bilir. :)

Hepimizin yeni yılı şimdiden kutlu olsun. 

Herkesin yaşamaya devam edebilmek için bir umudu olsun. Amin.

1. Ahmet Ümit - Elveda Güzel Vatanım
2. Amin Maalouf - Afrikalı Leo
3. İhsan Oktay Anar - Puslu Kıtalar Atlası
4. Noam Shpancer - İyi Psikolog
5. Ece Temelkuran - Düğümlere Üfleyen Kadınlar
6. Paula Hawkins - Trendeki Kız
7. Zülfü Livaneli - Konstantiniyye Oteli
8. George Orwell - Boğulmamak İçin 
9. Murathan Mungan - Harita Metod Defteri
10. Kenzaburo Oe - Kurbanı Beslemek
11. Hakan Günday - Piç
12. Jeanette Winterson - Vişnenin Cinsiyeti
13. Küçük İskender - Bir Yaratığın Akıl Almaz Ahlaksız Maceraları
14. Daniel Keyes - Algernon'a Çiçekler
15. Mahir Ünsal Eriş - Dünya Bu Kadar
16. Jonathan Safran Foer - Her Şey Aydınlandı
17. Bahadır Cüneyt Yalçın - Hep Lunapark
18. Harper Lee - Bülbülü Öldürmek
19. Yusuf Atılgan - Anayurt Oteli
20. Mark Haddon - Süper İyi Günler
21. Mine Söğüt - Beş Sevim Apartmanı
22. Katharine Burdekin - Swastika Geceleri
23. Barış Bıçakçı - Aramızdaki En Kısa Mesafe
24. Jeffrey Eugenides - Middlesex
25. Sabahattin Ali - İçimizdeki Şeytan
26. John Steinbeck - Fareler ve İnsanlar
27. Sait Faik Abasıyanık - Son Kuşlar
28. Boris Vian - Günlerin Köpüğü
29. Tezer Özlü - Eski Bahçe ~ Eski Sevgi
30. Etgar Keret - Kapı Birden Vuruldu
31. Oğuz Atay - Tutunamayanlar
32. John Berger - Düğüne
33. Hakan Akdoğan - Karanlıkta Bir Ninni ~ Struma
34. Haruki Murakami - Sahilde Kafka
35. Mehmet Eroğlu - Adını Unutan Adam
36. J. M. Coetzee - Barbarları Beklerken
37. Bilge Karasu - Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı
38. Franz Kafka - Dava
39. Ayfer Tunç - Evvelotel
40. Nabokov - Lolita
41. Ferit Edgü - Şimdi Saat Kaç
42. Per Petterson - Lanet Olsun Zaman Nehrine
43. Orhan Pamuk - Kara Kitap
44. Paul Auster - Kış Günlüğü
45. Erdal Öz - Yaralısın
46. Sylvia Plath - Sırça Fanus
47. Nazlı Eray - Aşk Artık Burada Oturmuyor
48. Ray Bradbury - Fahrenheit 451
49. Vüs'at O. Bener - Siyah - Beyaz
50. Truman Capote - Tiffany'de Kahvaltı
51. Hakan Günday - Azil
52. Jack London - Demir Ökçe

4 Eylül 2015 Cuma

Yıldız Yaralanması


"Her şey insanlar için, görmek öğrenmek için, bazen zor da olsa" Bu kitabın şarkısı da Şebnem Ferah'tan gelsin o zaman; Her Şey İnsanlar İçin. Bu kez de önce şarkıyı yazmış olalım efendim.

Bu yılın #herhaftayabirkitap listesinden devam ediyoruz. Sıradaki kitabımız Perihan Mağden'in 2012 Kasım'ında Everest Yayınları'ndan çıkan Yıldız Yaralanması. Aslında ben Perihancığıma küsmüştüm canikolarım. Kendisi bir ara kapitalizm rehavetine kapılıp köşe yazılarını desteleyip okura kitap diye boca etmeye başlamıştı zira. Adeta bir Yılmaz Özdil, Ece Temelkuran, Gülse Birsel'e bağlamıştı. Neyse ki kendini toparlayıp bir roman yazmış. Biz de vazgeçtik gururumuzdan ve paşa paşa satın aldık. Hatta başımızın tacı ettik, onca kitap arasından önceliklendirip 2015 listemize aldık kendisini.

Şimdi kitap bittikten sonra "iyi de etmişim" diyemiyorum, "n'aptım lan ben" de diyemiyorum açıkçası. Değişik duygular içindeyim. Bu kitabı normalde okumamam lazım, bu kadar edebiyat atölyesinden, yaratıcı okurluk seanslarından sonra ama dedim ya Perihan'dır, canımızdır, ciğerimizdir. Yaptık yine bir delilik!

Kitap, Sun adındaki bir kızın evden kaçıp hayranı olduğu Yıldız isimli şarkıcının gizlice evine yerleşmesi, Yıldız'ın onu bağrına basması, hatta abartıp kendine benzetmesi temelinde dönüyor. Zaman geçiyor, merak eden anane, çıldırmış bir anne ve vazgeçemediği yeni hayatı arasında sıkışıp kalıyor Sun.

Ve sonunda tabii ki de her şey olacağına varıyor. Şimdi spoiler veriyorum aman dikkat! Sun doğru yolu bulup paşa paşa onu büyüten ananesine dönüyor.

Eee, boşuna dememiş canım Murat Belge "Olgunlaşmak, yaralanmaktır." diye.

Hadi bakalım, şıkır şıkır sayfa seslerini duyalım!

Aziz Bey Hadisesi

İnsan bazı kitaplardan daralınca sevdiği yazarlardan medet umuyor hemen. Onun şefkatli kollarına atmak istiyor kendini. Ben de böyle darlandığım bir anda listeyi biraz karıştırıp Ayfer Tunç'a koştum. Bu yılın #herhaftayabirkitap listesinde yer alan ve Can Yayınları'ndan yayınlanan Aziz Bey Hadisesi'ni okumaya başladım.

Kitap Aziz Bey Hadisesi, Kadın Hikayeleri Yüzünden, Soğuk Geçen Bir Kış, Kar Yolcusu, Mikail'in Kalbi Durdu, Kırmızı Azap olmak üzere toplam altı öyküden oluşuyor. Öykülerin hepsi birbirinden güzel ama beni en çok Kar Yolcusu etkiledi.

Bol bol altını çizmişim kitaptaki afili cümlelerin. Fazla uzatmaya gerek yok.

Okuyalım, okutalım efendim.

"Vücudun ruha ihanet etmediği anlar pek azdır. Ne çok ister insan büyük kederlerin ardından ölüp gitmeyi de, başaramaz. Ruh, başına kara bir hale takarak göğe yükselmek için çırpınır; ama vücut dünyalıdır; yer, içer, yaşar."

Uyku


Birinci baskısı Ağustos 2015'te Doğan Kitap'tan yapılan Haruki Murakami'nin Uyku'sunu idefix'te gördüğüm gibi koşup aldım en yakın D&R'dan. Hay koşmaz olaydım! O ne şok o! Kitap toplamda 90 sayfa. Bölüm aralarındaki boşluklar dahil. Bunun 20 sayfası ne idüğü belirsiz illüstrasyonlarla dolu. İncecik kitap fuşe kağıda sert kapaklı olarak basılmış ve hal böyleyken tabii ki de fiyatı tam olarak 35 TL! Türkiye'de kitap fiyatları zaten çok yüksek. Okuma hevesi olanı da niye canından bezdirirsin arkadaş! Neresinden bakarsan bak yapılan satış stratejisi gerçekten anlamsız, okuru düdüklemekten başka! Sanırsın baş ucu kitabı!

Murakami Reyiz'e kıyamadık, verdik tabii ki de 35'i çatır çatır ama içimde kalmadı da değil. Ömrümde ilk kez kitaba verdiğim paraya acıdım ya la! Kitap cücük kadar olduğu için bir günde okunuyor. Kitapta on yedi gündür uyuyamayan bir kadının yaşadıkları anlatılıyor. Bir de kadının uykusuz kaldığı bu süre boyunca defalarca Anna Karenina'yı okuması. Ben henüz Anna Karenina okumaya cesaret edemediğim için bu kitapla ilgili kısımlardaki anlamları tam kavrayamamış olabilirim, o ayrı konu. Ama insan nasıl yaşar o kadar uykusuz kaldıktan sonra biri bana anlatsın lütfen! Murakami Reyiz de tıkanmaya başladı anlaşılan. Zirvedeyken bıraksın bence.

Velhasıl kelam, bu kitabı alıp da yayınevini, yazarı zengin etmeyin. Bende var, isteyin benden, ben size veririm. Gerek yok.

Hayır, niye böyle ucuz hesaplara giriliyor ki?
Çok kızdım bak şimdi, yeniden!


Miramar


2014 yazının sonunda Kuşadası D&R'daki kısıtlı kitapların arasından çekip çıkarmıştım 1988 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Necib Mahfuz'un en bilinen ve en sevilen romanı Miramar'ı. Hatta Şefiye'ye de doğum günü hediyesi olarak almıştım hatırladığım kadarıyla. "Nobel almış adam sonuçta, fos çıkacak değil ya" diye düşünmüştüm. Yoksa henüz kendimin bile okumadığı bir kitabı başkasına hediye etmek pek adetim değildir.

Şu an Riff Cohen'den A Paris'i dinleyerek kafayı buluyorum sanıyorum. Ezginin Fransa'yla alakası yok, direkt Doğu'yu, Arabistan'ı, Mısır'ı çağrıştırıyor. Adeta Mezdeke; "Ya el yelil, yelil yelil!" Riff Cohen bu kitaba en iyi uyan şarkıcı bence, şu an karar verdim. Bence her kitabın bir şarkısı vardır. Evet, manyağım ben, bunu zaten biliyoruz "lala la la la J'aime!".

Kitapta her biri farklı sebepler yüzünden sürgün hayatına mahkum altı karakter, İskenderiye'de, eski görkemini yitirmiş Miramar Pansiyon'da bir araya gelirler. Hikayenin ana kahramanı, köyünden kaçıp pansiyona sığınan ve okuma yazma öğrenip kendisini özgürleştirmeye kararlı bir genç kadın olan Zühre'dir. Zühre roman boyunca canımızdır, ciğerimizdir, gönlümüzün sultanıdır. Aşkının peşindedir, inandıklarının peşinde, inan(a)madıklarının karşısındadır. Pansiyon sakinlerinin onunla kurdukları ya da kurmaya çalıştıkları ilişkinin, dönemin sosyal ve siyasi gerçeklerini yansıttığı yazıyor kitabın arka kapağında. Pansiyonun aynı zamanda da bir ülke metaforu kullanılması da romanı akıllarda yer edecek kadar güçlü kılıyor.

Beş bölümden oluşan ve su gibi akıp giden, okunası bir roman. Benim ilk Necib Mahfuz kitabımdı, o nedenle biraz önyargılı başladım ama bundan sonra başka kitaplarını da okuyabilmeyi isterim.

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Gizli Ajans


Alper Canıgüz'ün varlığını öğrendiğim an Oğullar ve Rencide Ruhlar, Alper Kamu Cehennem Çiçeği ve Tatlı Rüyalar'ı arka arkaya okumuştum. Yazarın yayınlanan şimdilik sadece dört kitabı olması nedeniyle Gizli Ajans'ı kuytu bir köşeye saklamış ve okumamıştım. Ama bu yılki okuma listemin artık didaktikleşmesi ve yaz mevsimiyle alakası olmayan darlayıcı bir hal alması nedeniyle hemen devreye soktum kendisini cankurtaran babında.

"Borges ile Kemalettin Tuğcu'nun aynı kişi olduğunu öğrendiğimde, hayatta bundan daha korkunç bir gerçekle karşılaşamayacağımı düşünmüştüm." diye başlıyor kitap. Zaten bu kadar can alıcı bir cümleden sonra da akıp gidiyor.

Bir gecede okunabilecek, süper, über, hiper akıcı bir roman; Gizli Ajans!

Her türlü alavere dalavereye gelen ana kahraman Musa ve olayların şekillenmesini sağlayan yan karakterler. Yine bir psiko-absürd üslup ve dil.

Alper Canıgüz, dinlediğim en mütevazı, en komik ve en akıllı yazar. Keşke o hep yazsa da alıp alıp okusak.

Tüm Alper Canıgüz kitaplarını mutlaka okuyun, okutun efendim.
Hatta sevdiklerinize de alın, hediye edin. O derece güzel yani.
Tıpkı Cem Yılmaz'ın şovları gibi, komiklikler, şakalar ve bol bol sürprizli sonlar.

"Düz bir çizgi çekmek istiyorsan, asla kalemin geçtiği yere değil, ulaşacağı noktaya bakmalısın."

Tante Rosa


Bu hafta sonu okuyabildiğim kitaplardan biri de Sevgi Soysal'ın İletişim Yayınları'ndan basılan kitabı Tante Rosa oldu. 2009 yılında eski işyerimde bir arkadaşımın elinde görmüştüm bu kitabı. Sanırım kitap, kapağındaki yazarın kocaman resmi nedeniyle itici gelmişti bana. O zamanlar Sevgi Soysal'ı da bilmiyordum açıkçası. O nedenle alıp okuyabileceğim kitaplardan biri olmadığını düşünmüştüm. Bakın siz de üstteki fotoğrafa, haksız mıyım yani? Bugün dürüstlükle yanıldığımı itiraf edebilirim.

Bugün ofiste bir arkadaşım bana "Sen çok kitap okuyorsun, okuma!" dedi. Böylesini de yeni gördüm, duydum. Ben okudukça rahatlıyorum, okuyamadıkça da darlanıyorum. Ah bir de bunun farkına varılsa değil mi ama?

Tante Rosa, Sevgi Sosyal'ın kızı Funda Sosyal'ın önerdiği ilk Sevgi Soysal kitabıdır. Onu anlamak için ilk bu kitabı okumak gerekir. Sevgi Sosyal o dönemde bu kitabı yazdığı için çok eleştirilir. Çünkü Tante Rosa yabancıdır, ahlaksızdır, meydan okuyucudur. Türk kültürüne taban tabana zıt davranışlar sergilediği için karakter yazar tarafından Ayşe Teyze olarak değil de Tante Rosa olarak yaratılmıştır.

Kitabı okudukça Küçük Prens, Küçük Kara Balık gibi masal kitaplarına benzettim dilini. İçindeki çizgi resimler de ayrıca harika. Tüm öykülerde Sizlerle Başbaşa isimli bir dergiden bahsedilir. 

Aslında Tante Rosa, yazarın teyzesi Rosel'in kişiliğinden yola çıkarak birbirine bağlı öykülerden oluşan kitabıdır. Sevgi Soysal'ın çizdiği Tante Rosa portresi ancak modern toplumda varolabilecek ve okuyan her kadına tanıdık gelen bir kadındır.

"Tante Rosa bir kapı dışarı atılmadır."


Gazze Blues


Selam. Bu ara okuma hızım arttı yine. Hafta sonunu 3 kitapla kapattım. Hatta dördüncü kitabın da yarısına geldim. Kitap okuma hızımın azalma nedenini buldum. Yolculuklarda daha az şehirler arası otobüs kullanmaya başladığımız için artık kitap okuyamıyorum. Ama bu hafta sonu Kuşadası'na yalnız seyahat ettim ve doya doya okudum efendim.

Bir günde bitirdiğim kitaplardan biri Gazze Blues. İsrailli yazar Etgar Keret ve Filistinli yazar Samir El-Youssef'in savaş sırasında artık savaş karşıtı imza toplamaktan başka bir şey yapmak adına yazdıkları bir kitap. Kitabın ilk yarısı Keret'in kalan yarısı da El-Youssef'in gözünden savaşı anlatıyor.

Ben daha önce Etgar Keret'ten Buzdolabının Üstündeki Kız ve Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü isimli kitapları okumuştum. Bu kitap içerik ve çıkış noktası olarak o kitaplardan biraz farklı olsa da kesinlikle üslup ve dil açısından yine benzer keyfi veriyor.

Meraklısına tavsiye edilir.

Ayrıca, "İki tür insan vardır, duvarın yanında uyuyanlar ve onları yataktan aşağı iten birinin yanında uyuyanlar."

Tokyo Uçuşu İptal


İnsan bir kitabı okuyacağım diye bu kadar mı heyecanlanır arkadaş, böyle sapıkça davranışlara gireniniz yoktur umarım! Şirket kütüphanesine en çok kitap bağışını ben yapmışım, vay anasını! Kendim adına mutlu oldum, kitaplarını başkalarıyla paylaşmayan arkadaşlar adına da üzüldüm. Güzellikler paylaştıkça çoğalıyormuş gerçekten. Nasıl mı? En çok kitabı bağışlayan olunca bana takdir tanıma yapmaya karar vermişler ve ödülüm de D&R'dan 100 TL'lik hediye çeki, olleytooo!

Meblağ çok sevinecek kadar yüksek değil belki, ortalama 4 kitap alacak kadar bir miktar ama en azından gidip 4 kitap seçip getirmemişler. "Al bacım, git bununla kendini istediğin gibi zehirle" özgürlüğünü vermişler bana. Bugüne kadar bana kitap alan çok arkadaşım oldu, var olsunlar. Ama o kitapların hiç birini okumadım. Ben kitabı okumaktan çok kitapla ilgili süreci seviyorum -evet, manyağım-. Hangi kitabı alacağıma karar vermek, idefix puanına bakmak, kitapla ilgili yorumları okumak, o kitabı gidip almak, bulamamak, internetten sipariş etmek... İşte bunlar tam da benim gibi bir manyağa göre!

Artık kitap alabilmem o kadar kolay olmuyor. Kütüphanemin üçte biri ablamda, diğer üçte biri şirkette, kalan üçte biri de bende olmasına rağmen artık kütüphanede yer kalmadı. Kitaplar raflarda önlü arkalı iki sıra halinde duruyor. Raflar göbeğinden bel verdi adeta. Kocamaaaaan bir kütüphane almak için kocamaaaan bir evde yaşamamız gerekiyor maalesef. Hal böyle olunca mevcut kitaplarımın hesabını bilemez oldum. D&R'a beşinci gidişimde alabildiğim 5 kitaptan ikisi yine evde mevcuttu. Olabiliyor tabii bazen böyle şeyler.

Yine evde olan kitaplardan birini aldığımı fark edince gidip değiştirdim bu kez. Onun yerine Rana Dasgupta'nın Metis Yayıncılık'tan yayınlanan Tokyo Uçuşu İptal isimli kitabını aldım hemen. Bunun evde olmadığından eminim. Zira 2005 yılında yazılan kitap 2015 yılında Türkçe'ye çevrilmiş.

Kitapla ilgili paragraf sonundaki linkte yer alan Radikal Kitap yorumunu okumanızı öneririm. Benim aynı şeyleri tekrar yazmama gerek yok. Bu kez biraz kolayına kaçayım. Radikal Kitap

Bu kitabı okumanızı öneririm. Büyüklere masallar tadındaki 13 hikayeden oluşuyor. 411 sayfa olmasına rağmen tez vakitte bitiyor.

Keyifli okumalar!

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Siddhartha

Uzun zamandır post giremedik diye okumuyor değiliz sayın seyirciler. Bilhassa okuduk, istifledik, fırsatını bulunca cayır cayır paylaşacağız icabında. 1946 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülen Almanya doğumlu İsveçli yazar ve ressam Hermann Hesse'in dünyaca ses getiren kitabı Siddhartha'yı 26 Mayıs'ta okumaya başlamış, 28 Mayıs'ta okumayı bitirmiş bulunuyorum efendim. 2 gün gibi kısacık bir sürede okuyabildiğime göre, okuyan penguen performans metriklerini baz aldığımızda akıcı ve güzel bir kitap olduğu yorumunu direkt olarak yapabiliyoruz artık değil mi canlarım?

Kitabın orijinal adı eine indische Dichtung, Türkçe meali "Hintçe bir şiir". Hadi bak bu bilgiyi de verdim, aydınlığınızdan gözlerimi kamaştırmaya başladınız birden. Ama Türkçe baskısı kitabın ana karakteri olan Siddhartha'nın adından feyiz alınarak yapılmış. Matbaacılar daha fazla harf var diye dizmeye üşenip Siddhartha deyip geçiştiler herhalde -senaryo yazmakta da üzerime yok ayrıca-.

148 sayfalık roman iki bölümden ve bu iki bölüm içinde toplam on iki alt bölümden oluşuyor.
Birinci Bölüm: Brahman'ın oğlu, Samanaların yanında, Gotama, Uyanış
İkinci Bölüm: Kamala, Çocuk insanların yanında, Sansara, Irmakta, Kayıkçı, Oğul, Om, Govinda

Kitabın arka kapağında da yazdığı gibi Hermann Hesse romanı için "Tüm dinlerde, insanların benimsediği tüm inanış biçimlerinde ortak olan yanı, tüm ulusal ayrımları aşan, tüm ırkların, tüm bireylerin benimseyebileceği şeyi yakalamaya çalıştım." diyor. Kitabın özeti bu cümle diyebiliriz.

Tüm Bollywood filmlerinde olduğu gibi yine Aamir Khan'ın başrolünde oynadığı, Rajkumar Hirani'nin yönetmenliğini yaptğını PK isimli film de bana bu kitaptakine benzer duyguları yaşatmıştı açıkçası. O nedenle severek, paralel düşünerek ve keyifle okuduğum bir kitap.

Benim için geç kalınmış ve çok daha önce okunması gereken bir kitaptı.
Eğer siz de hala okumadıysanız okuma listenizde önceliklendirmenizi öneririm.

"Senin ruhun bütün dünyadır!"

İyi hafta sonları! :)

10 Temmuz 2015 Cuma

Kafamda Bir Tuhaflık

Ey Okur!

Artan hayat telaşı, azalan boş zaman endeksi nedeniyle okuyamaz, okuduğunu paylaşamaz hale geldim. Bir de beni Orhan Pamuk'un son kitabı olan Kafamda Bir Tuhaflık da tüketti tabii. Son bir aydır elimde süründü kitap, çantamda benimle birlikte dünyaları gezdi. Bir heves, bir telaş, bir hedef sıkıntısıyla okumaya başladığım 466 sayfalık ansiklopediyi sabırla ve azimle bitirdim.

Hikayeyi, karakterleri detaylı anlatmaya kalkmayacağım açıkçası. Ama bu kitaptan özet olarak anladığım nokta şudur ki Orhan Pamuk bir Yüzyıllık Yalnızlık yaratmaya çalışmış. Kitabın sonundaki soy ağacına bakınca bu çağrışımı anlayabiliyoruz. Bir de kendisinin, yazarlık işini matematikle birleştirerek yaptığını biliyoruz zaten. Bu nedenle karakter dizini ve kronolojiyi de eklemiş ve kitap boyunca buna sadık kalmaya çalışmış. Ama kitap bu kadar uzun olunca ipin ucu arada kaçmış, bariz mantık hatası olan bir nokta var. 203. sayfada köyden İstanbul'a yeni gelmiş olarak bahsedilen Samiha'nın ağzından "Üsküdar'ın arkalarında çukur çukur berbat bir yolda ilerlerken" ifadesi kullanılıyor. Açıkçası bu ifade benim mantığımı tırmaladı. İstanbul'a yeni gelen kız Üsküdar'ın arkalarını nasıl bilsin? Ben defalarca İstanbul'a gitmiş ve her defasında navigasyon kullanan biri olmama rağmen hala ayırt edemiyorum.

Kitapta bol miktarda redaksiyon hatası var. "Hadi Orhan Pamuk elde yazıyor, bu hataları yapmaya müsait bir metot kullanıyor da sana ne oluyor be redaktör" demezler mi adama?  "Bir an önce satalım biz bu kitabı" kafasına giren YKY'ye bu sözüm. Farklı kitaplarda da benzer sıkıntılar görülüyor ama bunu bari Nobel ödüllü yazara yapmayın canlarım, akıllı olun. Şurada gurur duyacağımız (bazılarımızın, belki) bir kaç numunemiz kaldı, onları da böyle dandik işlerle silmeyin tarih sahnesinden.

Kitabın içinde Ak Parti hükümetine, baş örtüsüne ve Gezi Parkı olaylarına indirekt giydirmeler var. Ancak Pamuk'un anlatısında olayların detayına giremeyişinden, olayları televizyondan izlediği ve öğrendiği açık bir şekilde anlaşılıyor.

Sadede gelecek olursak efendim, vaktiniz çoksa oturun bu kitabı okuyun derim. Yok eğer tez zamanda çok işler yapmak istiyorsanız bu kitabı şimdilik bir kenara bırakın, başkalarına zaman ayırın derim.

Sevgiler!

29 Mart 2015 Pazar

Ölü Reşat


Doğan Kitap tarafından 2014 Eylül'ünde yayınlanan Aslı Tohumcu'nun Ölü Reşat isimli romanını da okumuş bulunuyoruz efendim. 22 Mart 2015'te okumaya başladığım kitabı okumayı 28 Mart 2015'te bitirdim. Bu süre zarfında Bursa sınırları dışına çıkamadım. İki kez leylek sürüsünü havada gördüm. Darısı diğer kitapların başına!

Aslında kitap 153 sayfa, bir oturuşta okuyup bitirecek kadar akıcı. Ancak kitapta o kadar fazla karakter ve mekan var ki hepsinin akılda kalması ve karakter-karakter, karakter-mekan ilişkisinin kurulması zorlaşıyor. Bursa'da yaşayan ve kitapta adı geçen çoğu Bursa mekanını bilen biri olarak ben bile zorlandıysam bu mekanları bilmeyen bir okurun çektiklerini düşünemiyorum doğrusu. Bir çok mekan, o mekanı bilmeyen okur için hiç bir şey ifade etmeyebilir zira.

Aslı Tohumcu soz sözde de itiraf ettiği gibi, bu romanında çokça bencillik edip bu romanı kendisi ve ailesi için yazmış. Okuru konunun dışında bırakmış ve önemsememiş.

Her ne kadar okuru zorlasa da Reşat'ın dünyadaki yaşam sırasını çalan Adnan'ın ayağına çaktığı çelmeleri konu alan eğlenceli, üslubu hoş bir roman olmuş nihayetinde.

Okuyacak başka öncelikleri olmayan ve vakti olan okusun derim.

Cesur Yeni Dünya


#herhaftayabirkitap listesinin beşinci kitabı Aldous Huxley'nin Cesur Yeni Dünya'sı ile karşınızdayım efendim. Distopya dünyasından sesleniyorum bu kez. 2015 listesini güzel hazırlamışım, başlangıç biraz sıkıntılı oldu ama eşiği aşınca gerisi çorap söküğü gibi gelmeye başladı okumaların.

15 Mart'ta Bursa'da okumaya başladığım bu bilim kurgu romanı okumayı 21 Mart'ta yine Bursa'da bitirdim. İthaki Yayınları'ndan yayınlanan kitabın sonundaki David Bradshaw tarafından yazılmış "Cesur Yeni Dünya Üzerine" isimli bölümde Aldous Huxley'in neler ifade etmek istediği detaylı olarak verilmiş aslında.

Cesur Yeni Dünya F.S. 632'de yani Amerikan araba kodamanı Henry Ford'un gelişinden 632  yıl sonra geçmektedir. Bu dünyanın erdemleri bireylere hipnopedya denen uykuda öğretim yoluyla telkin edilir ve yurttaşlar hükümetçe onaylanmış ücretsiz haplar yani somalar tarafından uyuşturulur. Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'ndeki Dünya Devleti'nin sloganı  "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar"dır ve ayinler değerlerin daha derin biçimde aşılanması için düzenlenir. Hayatın her yönü toplumsal yarar düzeyine indirgenmiştir. Cesetler bile yakılarak fosfor kaynağı olarak kullanılmaktadır.

"Ford hazretleri" diye anılan Mustafa Mond, Londra merkezli Batı Avrupa bölgesinin denetçisidir ve en altta ayak işleri için döllenmiş Epsilon-Eksi Yarı Moronları ile onların üstünde gitgide artan yetenek kastlarının sıralandığı bir kitle bulunan hiyerarşik, fabrika benzeri seri üretilmiş insanların yer aldığı bir firmanın başını çeker. Mond'un hemen altında Alfa-Artı entellektüeller kastı vardır. Dünya Devleti'nin sınırları dışında yaşamasına izin verilen vahşiler hala evlenmekteler, sevişip çocuk doğurmaktalar ve ölmektedirler. Mustafa Mond'un adı, Imperial Chemical Industries Ltd'in ilk başkanı olan Sir Alfred Mond'dan esinlenilerek konulmuştur.

Dünya Devleti'nde siyasi ve ekonomik özgürlükler azaldıkça, cinsel özgürlük artmaktadır. Bokanovski işlemi, toplumsal istikranın en önemli araçlarından biridir. Bokanovskileştirilmiş bir yumurta tomurcuklanacak, çoğalacak ve bölünecektir. Böylelikle benzer şartlandırmalara maruz bırakılan yumurtalardan benzer bireyler elde edilmiş olacaktır. Kadınlar kısırlaştırılır çünkü çoğu durumda doğurganlığın başa bela bir durum olduğuna inanılır. Tüm şartlandırmalar sırasında insanlara kaçınılmaz toplumsal yazgılarını sevmek öğretilir. Dünya Devleti'nde herkes herkese aittir. Herkes, herkes için çalışır. Aile, tek eşlilik ve romantizme yer yoktur.

Alfa-Artı entellektüeller kastının aykırı kişiliği Bernard, bir vahşiyi Dünya Devleti'ne getirip insanlara gösterir. Vahşi burada Lenina'ya aşık olur ancak kendi dünyasının öğretilerine göre Lenina'yı hak etmesi için bir şeyler yapması gerekmektedir. Lenina'nın dünyasının öğretilerine göre de herkes herkese aittir. Bu iki öğretinin birbiriyle çakışması nedeniyle kitabın finalinde Vahşi Lenina'yı yok etmek için kırbaçlamak isterken üstlerine yağan somayla şuursuzlaşmaları sonucunda olay bir toplu seks ayinine dönüşür.

Kitapta adı geçen diğer kitaplara da değinmeden ayrılmayalım efendim:

  • Yevgeni Zamyatin - Biz
  • Arthur Koestler - Gün Ortasında Karanlık
  • George Orwell - Bin Dokuz Yüz Seksen Dört
  • H. G. Wells - Tanrılara Benzeyen İnsanlar
  • H. G. Wells - Zaman Makinesi
  • D. H. Lawrence - Aşık Kadınlar

15 Mart 2015 Pazar

Alemdağ'da Var Bir Yılan


2014 yılının sonunda okuduğum Sait Faik Abasıyanık'ın Alemdağ'da Var Bir Yılan isimli kitabıyla ilgili yorumlarımı da paylaşmadan geçmeyeyim. Hazır bugün fırsatını buldum ve kırdım bacağını şeytanın, rafta bekleyen iş kalmasın.

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan yayınlanan Alemdağ'da Var Bir Yılan'ın bu yayınevindeki üçüncü baskısına yetişebildim. Anladığım kadarıyla da toplamda otuz birinci baskısını okumuş oldum. 10 Aralık günü, eşimi ziyaret etmek için gittiğim Belçika'nın Leuven şehrinden Türkiye'ye dönmeye çalışırken okumaya başladığım bu kitabı aynı gün Brüksel'den İstanbul Sabiha Gökçem Havalimanı'na gelen Türk Hava Yolları uçağında bitirdim. Uçuşun sefer sayısını hatırlayamadım, kusura bakmayın artık!

On yedi öyküden oluşan kitap benim okuduğum ilk Sait Faik eseri. Bu kitaptaki "Hişt, Hişt!.." öyküsünü sevdim ben en çok. Bu hikayenin bir bölümünü yıllar önce katıldığım bir atölyesinde okumuştu Hakan Hoca, kitapta görünce aklıma geldi hemen.

"Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin!.. Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.

-Hişt, hişt.
-Hişt, hişt,
-Hişt, hişt."

Bu öykünün Ezginin Günlüğü'nün Hişt Hişt şarkısıyla bir alakası olup olmadığını bulamadım ama bence kesinlikle var. Okuyuverelim efendim!

İnsan Olmak


Daha önce Engin Geçtan'ın Hayat isimli kitabını okumayı denemiştim. Çok güzel ve akıcı başlayan kitaptan bir süre sonra sıkılıp kitabı yarım bırakmış ve bir daha böyle psikiyatri kökenli kişilerin kitaplarını okumamaya karar vermiştim. Ama baktım ki konu yani İnsan Olmak çağımızın ve hepimizin sorunu bu kült kitabı gidip aldım Ezgi Kitabevi'nden 2014 sonunda -ki 2015 yılında kitap da satın almayacağım demiştim- ve kitabı da öncelikli olarak okunacaklar listeme ekledim son dakikada.

17 Şubat'ta başladığım kitabı 13 Mart'ta bitirebildim. Hayat'ta yaşadıklarımın aynısını bu kitapta da yaşadım. Başlangıçta sürükleyici, ortadan sonra kendini tekrar eden didaktik bir anlatı. Ama bu kez direndim, haftalar kaybetmek pahasına da olsa sabırla tuttum elimde ve iki gün önce kitabı bitirdim.

İnsan olmayı birey ve toplum, anne-baba ve çocuk, insanlardan korkmak, öfke ve düşmanlık, değersizlik duygusu, kaygı, sorumluluktan kaçış, yalnızlık, ortakyaşam ilişkisi, nevrotik kısırdöngü, yaşam ve ölüm, kendini yaşamak başlıkları altında değerlendiriyor, inceliyor ve anlatıyor Türk psikiyatri profesörü, psikoterapist ve yazar Engin Geçtan.

Özellikle çocuk sahibi olan tüm ebeveynlerin ya da olmayı planlayan ve ebeveyn adaylarının bu kitabı mutlaka okumaları gerektiğini düşünüyorum. İnsan okudukça kendi hayatında ve yetiştirilişinde ebeveynlerinin yaptığı doğru ve yanlışlardan o kadar fazla şey buluyor ki "Keşke daha önce okusaydım," demeden edemiyor.



Nietzsche Ağladığında


2015 #herhaftayabirkitap listemin üçüncü kitabı Nietzsche Ağladığında'yı da bitirmiş bulunuyoruz efendim. Maalesef hedefin çok gerisindeyim. Üretim mühendisi olmak yaramadı, hobilerimi gerçekleştirecek zaman bulamıyorum. İş tatminim yükselirken yaşam tatminim mi düşüyor yoksa? Yok yok öyle değil, okumak için zaman bulabiliyorum ama okuduklarımı paylaşacak kadarı biraz lüks -uykusuz kalmak- anlamına geliyor. Bir süredir beceremedim.

24 Ocak'ta okumaya başladığım kitabı 12 Şubat'ta bitirmişim. Biraz elimde sürünmüş sanki. Nerede o haftada üç kitap okuduğum günlerdeki performansım! Ah, vah, tüh!

Kitabın okuduktan bir ay sonra da onun hakkında yorum yazmak zor oluyor. Aslında okur okumaz paylaşmak lazım. Malum bende hafıza balıktan hallice. Ama kitabın arka kapağı olayı özetliyor. Şimdiye kadar okuduğum en iyi kitap arka kapağı. Ayrıca yoruma gerek kalmıyor. Buyrun efendim, bakalım neymiş?

SAHNE: 
Psikanalizin doğumu arifesindeki 19. yüzyıl Viyana'sı. Entelektüel ortamlar. Hava soğuk

AKTÖRLER:
Nietzsche: Henüz iki kitabı yayımlanmış, kimsenin tanımadığı bir filozof. Yalnızlığı seçmiş. Acılarıyla barışmış. İhaneti tatmış. Tek sahip olduğu şey, valizi ve kafasında tasarladığı kitaplar. Karısı, toplumsal görevleri ve vatanı yok. İnzivayı seviyor. Tanrıyı öldürmüş. "Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır," diyor. Daha sonra "kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: Önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?" diyecek. Ümitsiz.

Breuer: Efsanevi bir teşhis dehası. Ümitsizlerin kapısını çaldığı doktor. Psikanalizin ilk kurucularından. Kırkında, bütün Avrupalı sanatçı ve düşünürlerin doktoru olmayı başarmış. Güzel bir karısı ve beş çocuğu var. Zengin. Saygın. Hayatı boyunca "ama" pozisyonunda yaşamış biri.

Freud: Breuer'in arkadaşı. Henüz genç. Geleceği parlak. Şimdi yoksul.

Salomé: Erkeklerin başını döndüren kadın. Çekici. Özgür. Evliliğe inanmıyor. Bazen aynı anda birçok erkekle beraber oluyor. Sanatçıları ve düşünürleri tercih ediyor. Kırbacı var.

KONU:
Ümitsizlik. Bir gün, erkeklerin başını döndüren kadın, Salomé, Nietzsche'den habersiz Breuer'e gelir. "Avrupa'nın kültürel geleceği tehlikede, Nietzsche ümitsiz. Ona yardım edin," der. Breuer Salomé'yi tekrar görebilmek umuduyla "Peki" der. Ve varoluşun kader, inanç, hakikat, huzur, mutluluk, acı, özgürlük, irade... ve neden, nasıl gibi en önemli duraklarından geçen bir yolculuk başlar...

Cin Kontrol Noktası


2015 yılındaki #herhaftayabirkitap serüvenimin paylaşımlarına başlamış bulunuyorum efendim. Yılın ilk iki haftasını Jean Paul Sartre'ın Bulantı'sıyla cebelleşerek geçirdim. Baktım kitapla aramızda bağ oluşmadı ve beni geriletiyor ben de hemen onu yarıda bırakıp listede bir sonraki sırada yer alan kitaba yani Küçük İskender'den Cin Kontrol Noktası'na başladım.

Kitap Ekim 2014'te Sel Yayıncılık tarafından yayınlandı. Ben de Ekim ayında raflarda görür görmez satın almıştım; Ocak'a kısmet oldu.

Küçük İskender, en sevdiğim yazarlardan. Yer altı edebiyatının Türkiye şubesi, milli gurur kaynağı -zira kendilerinden çok az var. Müzede saklamak lazım, cam fanuslarda koruyup kollamak. Dilinin ayarı yok, olmasın da zaten. Sayesinde iki satır yenilik okuyoruz, söylenmemişleri öğreniyoruz.

Tespitler "evet yaaa, gerçekten öyle" dedirtecek kadar gerçek ve bir o kadar da şaşırtıcı. "Yapılabilecek tek şey bir bacağın koptuysa seksek oynamanın inceliklerini hızla öğrenmen gerektiğini benimsemektir." diyebilecek kadar gerçekçi ve umut dolu. "Hayat amipler için daima güzeldir."

"Bir elma insanlığı yaratmış olamaz. Elma yasaklanmalı." derken tanrıtanımaz, "Sanat biter, sanal başlar kıyamette." derken çelişkili.

İçi referans kitaplara atıfla dolu. Neler mi?

  • Neil Gaiman ve Terry Pratchett'ten Kıyamet Gösterisi
  • Su Polat'tan Lordum, Ben Bir Lolipopum
  • Raymond Chandler'den Göldeki Kadın
  • Mykle Hansen'den Çivisi Çıkmış Boklu Dünyanın Azgın Pompacıları
  • Dan Fante'den Bir Taksicinin Los Angeles Hikayeleri
  • Ricardo Menendez Salmon'dan Işık Aşktan Daha Eskidir
  • Irvine Welsh'ten Porno
  • Ege Görgün'den Cinbaz
  • Umay Umay'dan Cevapsız Ağrı
  • Allen Ginsberg'den Toplu Halüsinasyon
  • Thomas Ott'tan R.I.P, Panopticum ve Numaralar 73304-23-4153-6-96-8
  • Karen Horney'den Çağımızın Nevrotik Kişiliği
  • Selçuk Atun'dan Kitap İçin, Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme
  • Ben Lerner'in Atocha'dan Ayrılış
  • Halil Turhanlı'dan Tuhaf Günler Peşimizde
  • Jack Kerouac'tan Yolda

(U)Mutsuz dostlarım, peki ya bunu hiç düşündünüz mü:
"Ya delirmek, mutluluk için bir kapı aralarsa?"

Deliliğinizi bertaraf etmemek için Küçük İskender okuyun, zihin açıcı olsun!