4 Eylül 2015 Cuma

Yıldız Yaralanması


"Her şey insanlar için, görmek öğrenmek için, bazen zor da olsa" Bu kitabın şarkısı da Şebnem Ferah'tan gelsin o zaman; Her Şey İnsanlar İçin. Bu kez de önce şarkıyı yazmış olalım efendim.

Bu yılın #herhaftayabirkitap listesinden devam ediyoruz. Sıradaki kitabımız Perihan Mağden'in 2012 Kasım'ında Everest Yayınları'ndan çıkan Yıldız Yaralanması. Aslında ben Perihancığıma küsmüştüm canikolarım. Kendisi bir ara kapitalizm rehavetine kapılıp köşe yazılarını desteleyip okura kitap diye boca etmeye başlamıştı zira. Adeta bir Yılmaz Özdil, Ece Temelkuran, Gülse Birsel'e bağlamıştı. Neyse ki kendini toparlayıp bir roman yazmış. Biz de vazgeçtik gururumuzdan ve paşa paşa satın aldık. Hatta başımızın tacı ettik, onca kitap arasından önceliklendirip 2015 listemize aldık kendisini.

Şimdi kitap bittikten sonra "iyi de etmişim" diyemiyorum, "n'aptım lan ben" de diyemiyorum açıkçası. Değişik duygular içindeyim. Bu kitabı normalde okumamam lazım, bu kadar edebiyat atölyesinden, yaratıcı okurluk seanslarından sonra ama dedim ya Perihan'dır, canımızdır, ciğerimizdir. Yaptık yine bir delilik!

Kitap, Sun adındaki bir kızın evden kaçıp hayranı olduğu Yıldız isimli şarkıcının gizlice evine yerleşmesi, Yıldız'ın onu bağrına basması, hatta abartıp kendine benzetmesi temelinde dönüyor. Zaman geçiyor, merak eden anane, çıldırmış bir anne ve vazgeçemediği yeni hayatı arasında sıkışıp kalıyor Sun.

Ve sonunda tabii ki de her şey olacağına varıyor. Şimdi spoiler veriyorum aman dikkat! Sun doğru yolu bulup paşa paşa onu büyüten ananesine dönüyor.

Eee, boşuna dememiş canım Murat Belge "Olgunlaşmak, yaralanmaktır." diye.

Hadi bakalım, şıkır şıkır sayfa seslerini duyalım!

Aziz Bey Hadisesi

İnsan bazı kitaplardan daralınca sevdiği yazarlardan medet umuyor hemen. Onun şefkatli kollarına atmak istiyor kendini. Ben de böyle darlandığım bir anda listeyi biraz karıştırıp Ayfer Tunç'a koştum. Bu yılın #herhaftayabirkitap listesinde yer alan ve Can Yayınları'ndan yayınlanan Aziz Bey Hadisesi'ni okumaya başladım.

Kitap Aziz Bey Hadisesi, Kadın Hikayeleri Yüzünden, Soğuk Geçen Bir Kış, Kar Yolcusu, Mikail'in Kalbi Durdu, Kırmızı Azap olmak üzere toplam altı öyküden oluşuyor. Öykülerin hepsi birbirinden güzel ama beni en çok Kar Yolcusu etkiledi.

Bol bol altını çizmişim kitaptaki afili cümlelerin. Fazla uzatmaya gerek yok.

Okuyalım, okutalım efendim.

"Vücudun ruha ihanet etmediği anlar pek azdır. Ne çok ister insan büyük kederlerin ardından ölüp gitmeyi de, başaramaz. Ruh, başına kara bir hale takarak göğe yükselmek için çırpınır; ama vücut dünyalıdır; yer, içer, yaşar."

Uyku


Birinci baskısı Ağustos 2015'te Doğan Kitap'tan yapılan Haruki Murakami'nin Uyku'sunu idefix'te gördüğüm gibi koşup aldım en yakın D&R'dan. Hay koşmaz olaydım! O ne şok o! Kitap toplamda 90 sayfa. Bölüm aralarındaki boşluklar dahil. Bunun 20 sayfası ne idüğü belirsiz illüstrasyonlarla dolu. İncecik kitap fuşe kağıda sert kapaklı olarak basılmış ve hal böyleyken tabii ki de fiyatı tam olarak 35 TL! Türkiye'de kitap fiyatları zaten çok yüksek. Okuma hevesi olanı da niye canından bezdirirsin arkadaş! Neresinden bakarsan bak yapılan satış stratejisi gerçekten anlamsız, okuru düdüklemekten başka! Sanırsın baş ucu kitabı!

Murakami Reyiz'e kıyamadık, verdik tabii ki de 35'i çatır çatır ama içimde kalmadı da değil. Ömrümde ilk kez kitaba verdiğim paraya acıdım ya la! Kitap cücük kadar olduğu için bir günde okunuyor. Kitapta on yedi gündür uyuyamayan bir kadının yaşadıkları anlatılıyor. Bir de kadının uykusuz kaldığı bu süre boyunca defalarca Anna Karenina'yı okuması. Ben henüz Anna Karenina okumaya cesaret edemediğim için bu kitapla ilgili kısımlardaki anlamları tam kavrayamamış olabilirim, o ayrı konu. Ama insan nasıl yaşar o kadar uykusuz kaldıktan sonra biri bana anlatsın lütfen! Murakami Reyiz de tıkanmaya başladı anlaşılan. Zirvedeyken bıraksın bence.

Velhasıl kelam, bu kitabı alıp da yayınevini, yazarı zengin etmeyin. Bende var, isteyin benden, ben size veririm. Gerek yok.

Hayır, niye böyle ucuz hesaplara giriliyor ki?
Çok kızdım bak şimdi, yeniden!


Miramar


2014 yazının sonunda Kuşadası D&R'daki kısıtlı kitapların arasından çekip çıkarmıştım 1988 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Necib Mahfuz'un en bilinen ve en sevilen romanı Miramar'ı. Hatta Şefiye'ye de doğum günü hediyesi olarak almıştım hatırladığım kadarıyla. "Nobel almış adam sonuçta, fos çıkacak değil ya" diye düşünmüştüm. Yoksa henüz kendimin bile okumadığı bir kitabı başkasına hediye etmek pek adetim değildir.

Şu an Riff Cohen'den A Paris'i dinleyerek kafayı buluyorum sanıyorum. Ezginin Fransa'yla alakası yok, direkt Doğu'yu, Arabistan'ı, Mısır'ı çağrıştırıyor. Adeta Mezdeke; "Ya el yelil, yelil yelil!" Riff Cohen bu kitaba en iyi uyan şarkıcı bence, şu an karar verdim. Bence her kitabın bir şarkısı vardır. Evet, manyağım ben, bunu zaten biliyoruz "lala la la la J'aime!".

Kitapta her biri farklı sebepler yüzünden sürgün hayatına mahkum altı karakter, İskenderiye'de, eski görkemini yitirmiş Miramar Pansiyon'da bir araya gelirler. Hikayenin ana kahramanı, köyünden kaçıp pansiyona sığınan ve okuma yazma öğrenip kendisini özgürleştirmeye kararlı bir genç kadın olan Zühre'dir. Zühre roman boyunca canımızdır, ciğerimizdir, gönlümüzün sultanıdır. Aşkının peşindedir, inandıklarının peşinde, inan(a)madıklarının karşısındadır. Pansiyon sakinlerinin onunla kurdukları ya da kurmaya çalıştıkları ilişkinin, dönemin sosyal ve siyasi gerçeklerini yansıttığı yazıyor kitabın arka kapağında. Pansiyonun aynı zamanda da bir ülke metaforu kullanılması da romanı akıllarda yer edecek kadar güçlü kılıyor.

Beş bölümden oluşan ve su gibi akıp giden, okunası bir roman. Benim ilk Necib Mahfuz kitabımdı, o nedenle biraz önyargılı başladım ama bundan sonra başka kitaplarını da okuyabilmeyi isterim.