4 Eylül 2015 Cuma

Miramar


2014 yazının sonunda Kuşadası D&R'daki kısıtlı kitapların arasından çekip çıkarmıştım 1988 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Necib Mahfuz'un en bilinen ve en sevilen romanı Miramar'ı. Hatta Şefiye'ye de doğum günü hediyesi olarak almıştım hatırladığım kadarıyla. "Nobel almış adam sonuçta, fos çıkacak değil ya" diye düşünmüştüm. Yoksa henüz kendimin bile okumadığı bir kitabı başkasına hediye etmek pek adetim değildir.

Şu an Riff Cohen'den A Paris'i dinleyerek kafayı buluyorum sanıyorum. Ezginin Fransa'yla alakası yok, direkt Doğu'yu, Arabistan'ı, Mısır'ı çağrıştırıyor. Adeta Mezdeke; "Ya el yelil, yelil yelil!" Riff Cohen bu kitaba en iyi uyan şarkıcı bence, şu an karar verdim. Bence her kitabın bir şarkısı vardır. Evet, manyağım ben, bunu zaten biliyoruz "lala la la la J'aime!".

Kitapta her biri farklı sebepler yüzünden sürgün hayatına mahkum altı karakter, İskenderiye'de, eski görkemini yitirmiş Miramar Pansiyon'da bir araya gelirler. Hikayenin ana kahramanı, köyünden kaçıp pansiyona sığınan ve okuma yazma öğrenip kendisini özgürleştirmeye kararlı bir genç kadın olan Zühre'dir. Zühre roman boyunca canımızdır, ciğerimizdir, gönlümüzün sultanıdır. Aşkının peşindedir, inandıklarının peşinde, inan(a)madıklarının karşısındadır. Pansiyon sakinlerinin onunla kurdukları ya da kurmaya çalıştıkları ilişkinin, dönemin sosyal ve siyasi gerçeklerini yansıttığı yazıyor kitabın arka kapağında. Pansiyonun aynı zamanda da bir ülke metaforu kullanılması da romanı akıllarda yer edecek kadar güçlü kılıyor.

Beş bölümden oluşan ve su gibi akıp giden, okunası bir roman. Benim ilk Necib Mahfuz kitabımdı, o nedenle biraz önyargılı başladım ama bundan sonra başka kitaplarını da okuyabilmeyi isterim.

0 yorum:

Yorum Gönder